5 Haziran 2009 Cuma

Türkçe hiç böyle muhteşem yankılanmadı

Her dilin bir üslubu vardır. Siyasi ve sosyal yönleri bir yana bazı diller fonetik yapıları itibariyle belirli bir felsefeyi çağrıştırır. Fransızca ve Farsça müzik ve edebiyatla, Britanya İngilizcesi aristokratik, Amerikan İngilizcesi kaba söylenişi ile tanınır. Almanca sert vurgusu, Arapça ifade gücü, Hint ve uzak doğu dilleri ise felsefeye yatkınlığı ile bilinir. Türkçe ise yeryüzü coğrafyasında barışın ve adaletin sesidir. Bu dilin konuşulduğu beldeler tarihin en huzurlu dönemlerine evsahipliği yapmıştır.
Eski Yunan ve Roma dilleri hep üst sınıfın, tanrılaşan yöneticilerin ve din adamlarının, mitolojik karakterlerin ve nadiren filozofların dili olmuştur. Aristokratik karakteri sebebiyle İngilizce ve İspanyolca işgal ettiği ülkeleri sömürgeleştirirken yaşayanları da sömürmüştür. Bu yönüyle Fransızca ve Almanca, İngilizce ile yarışamasa da rekabet gücünü koruyabilmiştir! Ya Türkçe? Dünyanın neresinde Türk soyundan gelmeyen fakat ana dilde Türkçe konuşan kavim vardır? Şimdiye kadar hiçbir topluluktan “Türkler bize dinimizi unutturdu, dilimizi değiştirdi” şikâyeti gelmiş midir?
7. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları, ’Sevgi Dili Türkçe’ cümleciğinin içi boş bir slogan olmadığını yeniden ispatladı. Türkçeye yüreklerini veren gönüllü eğitim kadrosunun yetiştirdiği gençler, Türkiye’nin hemen her bölgesinden dünyaya sesleniyor: “Dünya barışı Türkçe konuşarak mümkündür!” Rüya değil, hayal değil. Ütopya yazarlarını bile hayrete düşürecek meşaleler yükseliyor cihanın her köşesinden. Dile kolay, 115 ülkeden rengi, dini, kültürü, geleneği ve yöresi farklı 700 öğrenci, Türkçenin en güzel telaffuzuyla kulağımızın pasını silerken, hayallerimize vurulan prangaları kırıyor. Bütün komplo teorileri iflas ediyor, siyahi renkli Teksaslı delikanlı Karahisar Kalesi’ni söylerken...
“Endonezyalı Burdurlular” halk oyunlarımızı oynarken, Afrikalı öğrenciler Urfa’nın Sıra Gecesi ile eğlenirken, Kenyalı Mbela, Kekilli’nin ’Anadolu Benim’ şarkısını semalarımızda yankılandırırken “Ben de sizdenim esmerliğim sonradan” diyerek jest değil gurur dolu bakışlarla gözlerimizin içine bakıyordu. Azerbaycanlı Gülizar, ’Yalnızlığa Demir Attım’derken aslında hasretini bizimle paylaşıyordu. Ya Pakistanlı Muhammet ’Benim Babam’ı okurken ne kadar da hislenmişti... Fatih Kısaparmak’ın diliyle ifade edelim; Keşke babalarımız, atalarımız da bu ânı görseydi. Sözün bittiği yerde, şarkı ve şiir devreye giriyor vicdanlardan sızan duygular sevgi nehrini coşturuyordu.
Ülkemin gençleri; kotları, t-shortları, fast-food’ları, pop müzikleri... ve saireleriyle ne kadar bizi yansıtmıyorsa, Türkmenistanlı Küpceyev ’Mektebin Bacaları’, Şilili Monsal ’Hasretinle Yandı Gönlüm’, Mozambikli Jose ’Sivas’ın Yollarına’ ve Bangladeşli Samia ’Sevdim Seni Mabuduma’ türkü, şarkı ve ilahileriyle tam tersine içimizi ısıtıyor, bağrımıza yaslanıyordu. Farklı kültürler, ayrı heyecanlarla besleniyor. Kimi Eurovizyon’da İngilizcesini ezberlediği oryantalle kıvırıp dilimizi ve harsımızı ’eurobesk’leştirirken, kimileri de yedi kıtadan süzülerek Anadolu mecrasına akan yüzlerce kaynağın yolunu açıyordu. Dünyanın çoraklaşan coğrafyalarını, kuruyan topraklarını, ab-ı hayat tadındaki pınarlarla yeşertmek, hazan vuran gülbahçesini yeniden rengarenk çiçeklerle bezemek müthiş bir azim, sarsılmaz bir ümit gerektiriyor.
Milli ruh bestesiyle icra edilen bu türkü, insanlığa bir güldestesi sunuyor. Anadolu bir kez daha yedi düvele meydan okuyor. Kanla beslenen, petrolden gözü dönmüş süper güçlerin elbette rahatları bozulacak, terörist grupların tabiî ki keyifleri kaçacaktır. Dünyaya sunulan yeni gençlik modeli, “Türkçe konuşan, kimlik bunalımı yaşamaz, sömürgeleşmez ve köleleştirilemez” diye haykırırken. Türkülerimizi, şiirlerimizi söyleyenlerin gözleri yaşarıyor. Bu yolda hayatını kaybedenler Türkçe sevdalısı arkadaşlarını, eşlerini, çocuklarını yani kahramanlarını unutmadı. Asrın Türküsü yeniden söylendi. Ne söyleyen ne de dinleyen doyar bu türküye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder